İstanbul ilk kurulduğunda bugün Sarayburnu dediğimiz yerin civarında, Çemberlitaş hattını geçmeyen küçük bir kasabadır. Büyük Konstantin şehri başkent ilan ettiğinde kenti Unkapanı civarından bir yay çizerek Cerrahpaşa'ya, oradan da Yenikapı'ya uzanacak şekilde surlarla çevirmiştir. (Bugün maalesef bu surlardan hiç bir kalıntı günümüze ulaşmamamıştır. Geçtiğimiz yıllarda Yenikapı kazılarında ortaya çıkan bir duvarın bu surların bir parçası olduğu düşünülmektedir.) Kentin kısa sürede önemli bir çekim merkezi olması nedeniyle nüfus hızla artmış ve sur dışına taşmıştır. 5. yüzyılın başlarında Germen ve Türk kabilelerin baskıları da göz önüne alınarak bugün de büyük ölçüde ayakta olan, Yedikule'den başlayıp Ayvan Saray'a kadar giden devasa Thedosius surları inşa edilmiştir. Günümüzde kara, deniz ve Haliç surlarının içi olarak gördüğümüz yer Fatih ilçesi sınırlarını oluşturmaktadır. Bu ilçeye Tarihi Yarımada denmesinin sebebi budur. Kenti üçgen şeklinde sardığını gözlemlediğimiz bu surların İstanbul'un Osmanlılar tarafından fethedilmesine kadar kenti koruduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktur. Tabi burada bir dipnotu belirtmek gerekir ki o da 1204 yılındaki 4. Haçlı Seferi'nde Latinlerin Haliç tarafındaki surları aşarak kente girdiği ve 57 yıl boyunca İstanbul'un kaynaklarının tüketildiği, kutsal emanetlerinin yağmalanıp Avrupa'nın çeşitli yerlerine kaçırıldığı gerçeğidir. Zaten bu tarihten sonra Türklerin kenti ele geçirdiği 1453 yılına kadar kent yoksulluk ve sefalet içindedir.
Tarihe geçen ‘'Latin külahı görmektense Türk'ün sarığını görmek evladır.'' sözü bu sebeple söylenmiş olmalıdır. Tarihin en büyük yağma ve katliamlarından birini gerçekleştirmiş olan Haçlılara ön ayak olan Venedik Doçesi Enrico Dandolo'nun mezarı da ne hikmettir ki Ayasofya Camii'nin üst katındadır. Hatta bir zamanlar İstanbul'daki hipodromu süsleyen bronz atlar şuan Venedik'te San Marco kilisesinde bulunmaktadır.
Kaynaklar farklı sayılar bildirse de, Bizans İstanbul'unun nüfusunun en kalabalık olduğu yüzyıllarda 400 bin ila 600 bin arasında olduğuna işaret etmektedir. Şüphesiz Ortaçağ için bu sayı çok büyüktür. Şunu da belirtmek gerekir ki İstanbul Osmanlılar tarafından fethedildiğinde kentte 50 bini geçmeyen bir nüfusun yaşıyordu. Eski şaşaalı günlerinden uzak, fakir ve yıkıntılarla dolu bir kenti görmek Fatih Sultan Mehmet'i derinden sarsmıştı. Tabi burada üzerinde durulması gereken nokta Galata, Kadıköy, Üsküdar gibi merkezlerin Bizans İmparatorluğu zamanında İstanbul'a dahil edilmediğidir. Bu durum Osmanlı zamanında değişmiş ve bu yerlerle birlikte Eyüp, Beykoz gibi başka yerleşim merkezleri de İstanbul'un bileşenleri haline dönüşmüştür. Özellikle de boğazın iki yakası güçlü Osmanlı ordusu sayesinde güvenlik kaygısı taşınmadan ihya edilebilmiştir. Üsküdar ve Eyüp gibi yerler hakkında Bizans kaynaklarında yeterli veri olmaması buraların Osmanlı öncesinde önemli yerleşim yerleri olmadığına işaret sayılabilir. Fakat Osmanlı'dan sonra bu bölgelere çok büyük önem verildiği yapılan camilerden ve diğer eserlerden anlaşılmaktadır.
Bir diğer husus ise her ne kadar Bizans İmparatorluğu olarak biliyor olsak da tarihte böyle bir imparatorluk olmadığıdır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u alana kadar tüm imparatorluk kendini Roma İmparatorluğu olarak tanımlamıştır. Roma'da kurulup İstanbul'da ömrünü tamamlayan imparatorluk zamanla, gerek dinsel, gerekse de dilsel dönüşümler geçirdiği için tarihçiler Doğu Roma İmparatorluğu'na farklı bir isimlendirme zorunluluğu hissetmiştir. Tabi bu dönüşüm uzun yüzyıllar boyunca gerçekleştiği için nerede Roma İmparatorluğu'nun bitip nerede Bizans İmparatorluğunun başladığının belirlenmesinin çok zor olduğudur. Şu bir gerçektir ki başta bir Latin İmparatorluğu olan Roma zamanla Gerçekleşmiştir. Fakat İstanbul fethedilene kadar kimse Roma - Bizans gibi bir ayrıma gerek duymamıştır. Eğer siz Osmanlılar öncesindeki İstanbul'a ışınlanacak olsanız ve merhaba Bizanslılar deseniz kimse sizin ne demek istediğinizi anlamayacaktır. Çünkü İstanbul'da yaşayan herkes Romalıdır. Hatta bizim bugün Türkçe ‘de Rum dediğimiz insanlar Romalılardan başkası değildir.
Görüldüğü üzere yukarıda bir kaç paragrafta bile İstanbul hakkında konuşulması, keşfedilmesi gereken onlarca hikâye söz konusu. Animo Akademi olarak, Roma İmparatoru Büyük Konstantinle başlayıp günümüze gelen bu kadim şehrin tarihini başka bir gözle yeniden keşfetmeyi hedefliyoruz.